9 Ağustos 2013 Cuma

Tek Başıma

 Bir birey olmak kadar güzeli yok aslında. Birey derken şu toplumda yeri belli olan bir kişi olarak değil "bir"ey olmak. Yaşantında tek bir kişi iken rahat olabilmek, iyi hissedebilmek, kendine yetebilmek. Yalnızlık hiç bir zaman gözümü korkutmamıştır. Hatta bana kalırsa insan kendinden başka kimseye güvenmemeli. Belki bu benim sorunumdur. Güvensizim işte. Belki çevremden dolayı böyle olmuşumdur, belki de yapım böyledir. Çok düşünmekten nefret ediyorum. Çünkü o zaman da yalnız kalıyorsunuz. Hani biriyle konuşmak için bir sebebin olmamalı. Sadece öylesine de konuşabilmelisin. Rahat olmalısın. Açık ve net. Evet ya da hayır kadar kesin. Geçmişte yaptıklarını bilmemeliyim. Eğer bilirsem sana önyargımı asla kıramam, çünkü "Hey, bana neden öyle yapmasın ki?" derim. Ama daha sonra geçmişini anlatmalısın işte bana. Sen anlatmalısın, senden duymalıyım olan biteni. Davranışlarında sahtelikten kuruntu görmemeliyim, yalan söylemeye ihtiyacının olduğunu bilmemeliyim. Elde etme çabanı gözlerinden okumamalıyım. Dik kafalı olmasın, istediğini koparmalısın ama bu benim özgürlüğümü aşacak kadar olmayacak. Kendini bana iyi tanıtmalısın. İyi derken kişiliğinin iyiliği ya da kötülüğü demiyorum, Net bir şekilde tanıtmalısın. En sevdiğin yemeği, rengi ve müzik türünü bilmeliyim. Beni terslememelisin. Elimden tutmalısın. İtmemelisin. Arada jest yapmalısın. Maddi durumunu benim için zorlamamalısın. İstediğim değil de ihtiyacım olduğu her an yanımda olabilmeyi göze almalısın, seni sevdiğimden daha çok sevmelisin beni. Bencil oluşumu hor görmemelisin. Hayatın tadı öyle çıkıyor, öyle acı çekmezsin. Duygusuz olduğumda ya da bunu anladığında bu sana koymamalı. Benimle barışık olmalısın işte. Kendini beğenmiş olmalısın, kendine güvenen biri, ama itici derecede olmamalı bu. En önemlisi de benimle olmaktan zevk alabilmelisin. Sadece yanımda olduğun için memnun olabilmelisin.
 Bunlar aşk için işte.
 Hoş planlanmış şeye ne kadar aşk dersen...
Ben aşk aramıyorum sadece konuşmak istiyorum ve güvenmek istiyorum rakadaş, sevgili, sırdaş, ne önemli ki bu lakaplar. Ben seninle hiç olmak istiyorum. Hiçe güvenebilmek. Ve hiç bir insanmışcasına konuşmak. Şimdi gerçekten hiç olalım. 

8 Ağustos 2013 Perşembe

Tanı(ş)mamız

 Seni ilk gördüğüm günü çok net hatırlıyorum. Normal bir erkeğe göre kısa boylu, doğal olarak bana göre idealdin. Üstünde İstanbul'un çeşitli yerlerinin isminin yazdığı siyah beyaz bir tişört, altında da garip şekilli bacaklarını gösteren bir kapri vardı. Vücudunun yapılı oluşu direk beni sarışının hayalini kurdurmuştu bana. Güven vermişti. Uzakta oluşun sana doğru gelirken seni incelemek için bana çok güzel bir fırsat vermişti. Yüzün kendine hastı, güzel demiyorum, kendine özgü ama kesinlikle çirkin değil, sana 1 dakika sonra baktığımda güzel gelecek yüzünü evet ilk pek beğenmemiştim, ama duygular işte, o basık yüzün benim gördüğüm en güzel yüz olmuştu merhabalaşmamızdan sonra. Sana geldikten 1 dakika sonra en güzeli sendin çoktan.
 Sonunda sana yaklaşmıştım, ne yapsaydım bilemedim, ilk sarılmak istedim, sanki o sana yürürkenki geçen kısa sürede seni tanıyıp özlemiştim bile. Ama yanaktan öpüşmekle kaldık. Sonra merhabalaştık. Hiç yabancılık duymamıştım sana, öyle gereksiz yalanlara da gerek yoktu, hem laflarımı ne yapacaktın ki? Sadece aklında kalsın istiyordum konuştuklarımız.
 Güzel müzik çalan, turuncu,köşedeki o kafeye gitmiştik. Sanki uzun zamandır konuşuyormuşuz da konuşacak öyle bol konumuz varmış gibi rahattık. Kendimi bilirim. Normalde biriyle ilk konuşmamda illa bir duraksamam olurdu. Seninle bu da farklıydı işte. Hiç susmamıştım.
 En doğal halimle gelmiştim sana. Ablamdan da giysi tavsiyesi almıştım tabii. Saçlarımın şekilsizliği o garip kıvırcıklığı hoşuna bile gitmişti nitekim. Boynumdaki saç teline dikkat ettiğini söylemiştin bana. Beni o kadar incelediğin için sevinmiştim.
 Tam istediğim gibiydin. Her an arayıp çağırdığımda yanımda olabilecek, güvenilir ve sarılmayı seven biriydin, müzik zevkimiz olabildiğince aynıydı, ileride dinlediğim bütün şarkılarda seni hatırlayacağımı o an deseler inanırdım. Biraz kendini beğenmiştin, bu seni çapkın göstermiyordu, bu seni kendine güvenen biri yapıyordu benim gözümde, ilerde edeceğin bir kaç kendini beğenmiş lafın bana ne kadar itici gelecek olsa da o ilk buluşmamızda bu az dozdaki kendini beğenmişliğin hoşuma gitmişti. Seninle alakalı kötü olan şeyse zamanın seninle su gibi akıp gitmesiydi. Buna ilk gün de lanet etmiştim. Diğer günlerin hepsinde de.
 Sana Feridun Düzağaç'ı çok sevdiğimi söylediğimde "Ben Cumartesi şarkısını çok severim." demiştin. En sevdiğinin o olduğunu söylemiştin. Sonra bilip bilmediğimi sorduğunda bilmediğimi söylemiştim. Sana ilk kendimi küçük düşürüşüm buydu. Nasıl olur da çok sevdiğin bir sanatçının bilinmiş bir şarkısını bilemezsin ki? Ama sen aldırmamıştın. Hala aynı güzel şekilde bakıyordun bana. Sonra işte seni aslında tanıdığımı fark ettim.  Sen kimsesiz olduğum 1 sene boyunca kafamda canlandırdığım "O"ydun. Bunu seninle o kısa görüşmemizde sadece üstü kapalı bir şekilde anlamıştım, "O" oluşunu ve artık olmayışını da birlikte geçireceğimiz bir buçuk senede anlayacaktım. İşte seninle böyle tanıştım. Başta böyleydi her şey. Böyle taze ve istenilirdi. Seni böyle kısa sürede "Tanıdım." Aslında seni senden 1 yıl önceden beri biliyordum, sadece o saatleri beklemiştim bir yıl. O turuncu kafede geçecek bir kaç senle dolu saati.
Merhaba. Bu merete nasıl mı bulaştım dersiniz?
 Küçüklükten beri zaten yazmaya bir ilgim olduğunu sizden saklamayacağım. Bir çok günlüğüm var küçüklüğümden kalma. Eskiden onlarla yetinirdim. Daha sonra duygularımı Facebook, Twitter durumlarıma yazar buldum kendimi. Belki bir kaç önemli not tutmuşumdur, bir kaç karalama filan. Ama yaşla insanın böyle şeyler yapası gidiyor.
 Şimdi tanıdığımı söyleyemeyeceğim ama bir şekilde tanıdık gelen beni gerçekten etkilemiş birinin yazılarını okuduğum için buradayım. Okuyalı 1 saat oldu sanırım. Hayır, önemli yazılar değildi, ama ondan bir parçaydı ve ben de gerçekten uzun zamandır etrafa kendimden bir parça vermedim. Onun yazdıklarını okurken ne bileyim işte özendim belki, özentilik hiç huyum değildir ama bu özentilikten fazlası, bu bir ihtiyaç, sonunda bir kar gütmeden dürüst olabilme ihtiyacı.
 Neden karmaşa diye soracaksınız belki. Çünkü hep duygusal olarak karmaşadayken böyle yazılar yazmışımdır. Zaten insan doğal olarak o anlarda rahatlamak ister. Bazen sadece başkaları bilsin ister.
 İşte çocukluğumdan kalma yazma hevesimin bir kaç kırıntıları, bir kaç karmaşam...