8 Ağustos 2013 Perşembe

Tanı(ş)mamız

 Seni ilk gördüğüm günü çok net hatırlıyorum. Normal bir erkeğe göre kısa boylu, doğal olarak bana göre idealdin. Üstünde İstanbul'un çeşitli yerlerinin isminin yazdığı siyah beyaz bir tişört, altında da garip şekilli bacaklarını gösteren bir kapri vardı. Vücudunun yapılı oluşu direk beni sarışının hayalini kurdurmuştu bana. Güven vermişti. Uzakta oluşun sana doğru gelirken seni incelemek için bana çok güzel bir fırsat vermişti. Yüzün kendine hastı, güzel demiyorum, kendine özgü ama kesinlikle çirkin değil, sana 1 dakika sonra baktığımda güzel gelecek yüzünü evet ilk pek beğenmemiştim, ama duygular işte, o basık yüzün benim gördüğüm en güzel yüz olmuştu merhabalaşmamızdan sonra. Sana geldikten 1 dakika sonra en güzeli sendin çoktan.
 Sonunda sana yaklaşmıştım, ne yapsaydım bilemedim, ilk sarılmak istedim, sanki o sana yürürkenki geçen kısa sürede seni tanıyıp özlemiştim bile. Ama yanaktan öpüşmekle kaldık. Sonra merhabalaştık. Hiç yabancılık duymamıştım sana, öyle gereksiz yalanlara da gerek yoktu, hem laflarımı ne yapacaktın ki? Sadece aklında kalsın istiyordum konuştuklarımız.
 Güzel müzik çalan, turuncu,köşedeki o kafeye gitmiştik. Sanki uzun zamandır konuşuyormuşuz da konuşacak öyle bol konumuz varmış gibi rahattık. Kendimi bilirim. Normalde biriyle ilk konuşmamda illa bir duraksamam olurdu. Seninle bu da farklıydı işte. Hiç susmamıştım.
 En doğal halimle gelmiştim sana. Ablamdan da giysi tavsiyesi almıştım tabii. Saçlarımın şekilsizliği o garip kıvırcıklığı hoşuna bile gitmişti nitekim. Boynumdaki saç teline dikkat ettiğini söylemiştin bana. Beni o kadar incelediğin için sevinmiştim.
 Tam istediğim gibiydin. Her an arayıp çağırdığımda yanımda olabilecek, güvenilir ve sarılmayı seven biriydin, müzik zevkimiz olabildiğince aynıydı, ileride dinlediğim bütün şarkılarda seni hatırlayacağımı o an deseler inanırdım. Biraz kendini beğenmiştin, bu seni çapkın göstermiyordu, bu seni kendine güvenen biri yapıyordu benim gözümde, ilerde edeceğin bir kaç kendini beğenmiş lafın bana ne kadar itici gelecek olsa da o ilk buluşmamızda bu az dozdaki kendini beğenmişliğin hoşuma gitmişti. Seninle alakalı kötü olan şeyse zamanın seninle su gibi akıp gitmesiydi. Buna ilk gün de lanet etmiştim. Diğer günlerin hepsinde de.
 Sana Feridun Düzağaç'ı çok sevdiğimi söylediğimde "Ben Cumartesi şarkısını çok severim." demiştin. En sevdiğinin o olduğunu söylemiştin. Sonra bilip bilmediğimi sorduğunda bilmediğimi söylemiştim. Sana ilk kendimi küçük düşürüşüm buydu. Nasıl olur da çok sevdiğin bir sanatçının bilinmiş bir şarkısını bilemezsin ki? Ama sen aldırmamıştın. Hala aynı güzel şekilde bakıyordun bana. Sonra işte seni aslında tanıdığımı fark ettim.  Sen kimsesiz olduğum 1 sene boyunca kafamda canlandırdığım "O"ydun. Bunu seninle o kısa görüşmemizde sadece üstü kapalı bir şekilde anlamıştım, "O" oluşunu ve artık olmayışını da birlikte geçireceğimiz bir buçuk senede anlayacaktım. İşte seninle böyle tanıştım. Başta böyleydi her şey. Böyle taze ve istenilirdi. Seni böyle kısa sürede "Tanıdım." Aslında seni senden 1 yıl önceden beri biliyordum, sadece o saatleri beklemiştim bir yıl. O turuncu kafede geçecek bir kaç senle dolu saati.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder